12 Haziran seçimlerinden aklımızda; siyasi partilerin televizyon reklamları ve seçim sonucundaki balkon konuşması kaldı. Eğer ana muhalefet olağanüstü kurultaya gidebilseydi birde kurultay hesaplaşması kalacaktı hafızalarda, O kadar. Zaten sinirleri alınmış duyargasız bir toplum olduk sekiz on senedir. Olayın fifti fiftiye bağlanmasını da kanıksadık. Toplum çoktan seçimi unutmuş görünüyor birkaç ay geçmesine rağmen. Kime sorsan ben vermedim diyor ikide bir oyu.
Biz de bırakacağız bu işin peşini bu günden sonra, son bir kez dokunup. Ancak aklımıza eserse başka…
Ortalama 78 bin oyla vekil çıkarılabilen seçim tanıtımlarına siyasi partiler 150-160 milyon harcamışlar. Aslan payı 60 harcayan iktidar ile 50 harcayan ana muhalefete ait. Reklamlarda güzeldi, her fırsatta değindiğimiz gibi. Türk reklamcılığı zirve yaptı. İktidar daha modern bir çizgide, ana muhalefet daha sosyal bir çizgide gitti geldiler. Diğerleri de kendi çaplarında reklamlaştılar. Reklamları izlediniz şimdi haberler misali seçim sonuçları da alındı çarçabuk.
Ama ana muhalefet reklam yarışında Sonradan yaya kaldı. İktidar ikide bir televizyonlarda gazetelerde karşımıza dikilip teşekkür kliplerini döndürünce, gazetelerde ilanlara tam sayfa devam edince aklımıza takıldı. Madem başarılı sayılacak bir seçim atlatıldı neden ana muhalefet reklamlarda ve ilanlarda 11 milyon oydaşına teşekkür etmedi. Kimdir ana muhalefetin bu tanıtımdan sorumlu parti yetkilisi. İnsan üç-beş milyon ayırmaz mı seçim sonuna.
“Yorgan gitti, kavga bitti” demek ki o günden bu güne. Bu serzenişimiz reklam ve ilan işine bulaşan irili ufaklı tüm partiler için geçerli…
Şu koca kentin kaosunda Rahat bir nefes almak için balkona çıkmak ta haram oldu bize. Çünkü bizim balkon içindekilerle birlikte çökmüştü. Diğer balkondaki sefayı temaşayı izledik çaresizlikle.
Komşu balkon zafer sarhoşu, geleceğe sembolik bir siyasi değer olarak kalacak bir profil çizdiler o seçim gecesi. Balkon sefası balkon sevdasına dönüşürken ileri demokrasi cereyanı çarptı cümle alemi. Balkondan bal damladı, Oh ne ala, Rana.
Ancak ülkenin balkon zihniyeti ile yönetilmeyeceği, yönetilmediği geçmiş balkon konuşması ile sabitti. Balkondan ahali nasıl görünüyor bilemeyeceğiz ama yerden balkon “hesaplaşılası-helalleşilesi” bir çıkıntı mekân olarak görülmüyordu. Çünkü Hayatın gerçekleri çok daha başkaydı.
Güneş görmeyen kentlerde gece uyku kaçınca, uyku nöbeti tutmayınca sardunya saksıları arasından gül kokuları yayan o eski balkonlar, o nadide hayatlar düştü aklımıza. O nostaljik balkonlar ne mizah yüklü, ne trajedi bezeli hikâyeler barındırır aslında.
“Orta Avrupa’da bir ülke. Sıfır borçlu. Bir kenarcığı Karadeniz. İçinden geçiyor Tuna nehri. Ülkenin çavuşu denizi kullanarak Kuzey Afrika’nın Müslüman ülkelerinin ham petrolünü işliyor yıllardır. İyi para girdisi sağlıyor bu iş ülkeye. Çavuş varını yoğunu ülkenin ıslahına, kentleşmesine, modernleşmesine harcıyor. Eğitim, sağlık, konut bedava herkese iş var. Her şehrin girişinde devasa fabrika, kooperatif, kombine bacaları karşılıyor insanı. Tuna nehri sayesinde bir kanallar-kanaletler cenneti inşa etmiş çavuş. Ülkesi tarım ve sulama alanında bir numara. Ülkesini sıkmamış, fazla bunaltmamış diğer doğu bloğu üyeleri gibi. Yeni bir petrol bağlantısı için yurtdışında. Kaynıyor, kanıyor Orta Avrupa. Sözde özgürlük hareketi, revolution sarmış her yeri. Sıçrıyor çavuşun ülkesine de. Duyar duymaz geliyor. Çıkıyor sarayının balkonuna. Yoldaşlar diyor yığınlara, ama en güvendiği ve yıllarca birinci sınıf yaşattığı madenciler kıvılcımı çakıyor. Yurttaşlar diyor homurtu gitgide artıyor. Hiç alışkın olmadığı bir ortam var çavuşun karşısında, kelimeler ağzında yol bulamıyor, üstelik yaşlılık da var serde. Şaşırıyor, titriyor, eli ayağına dolaşıyor. Balkondaki yol arkadaşlarına bakıyor son bir umutla fakat renk veren yok. Evlatlarım diyor çaresizlik içinde kıvranarak. Çavuşu dinleyen yok, kargaşa sarayın duvarlarına kadar varıyor.
Saray yakılıyor, talan ediliyor, sistem çöküyor..
Ve evlatları çavuşu uyduruk bir mahkemede, üç beş kişiyle yargıladıktan sonra ilerde bin pişmanlık duydukları bir karara imza atıyorlar, idama mahkum ediyorlar çavuşu ve eşini. Eşi ‘Hani evlatlarındı bunlar, ben dönmeyelim derken onlar benim evladım bana bir şey yapmazlar diyordun ne oldu şimdi. Oğullarım o sizin babanız’ diye haykırıyor. Çavuş fısıldayan bir sesle eşine ‘ Olsun onlar yinede benim evlatlarım. Evlatlarım siz ne yaptığınızın farkında mısınız, siz kendinizde değilsiniz’ diyor.
Ve kuşuna diziliyorlar, karı koca elele.”
İşte böyle balkon hikâyeleri de var tarihin engin yapraklarında…
Reklamlar ve balkon arası her işe maydanoz olan o ulusal medya artık kendine gelecek mi acaba. İktidarın elini güçlendirme görevine son vererek, Muhalefeti zayıflatma senaryolarından vazgeçecek mi. İktidar işini yapacak, muhalefet muhalefetliğini, uzlaşı hoşgörü masalları reklamlara dahil edilmeden halkın dört gözle beklediği icraatlara geçilecek mi acaba. Eğer ciddi ve oturaklı bir muhalefet yapmayı göze alamayacaklar varsa şimdiden bıraksınlar, tezelden çekilsinler arenadan.
Çünkü Reklamlar bitti, balkon sefası yarım kaldı, ülke yeni anayasaya gebe…