SIYASETIN ALFABESI…
Yurt disina çikmaya karar verdigim yilin ertesiydi. Yeni Türk lirasina geçecegimiz yilbasi öncesi, AB’den müzakere tarihi aldigimiz hafta sonu. Cumartesi veya pazardi. Çayin Istanbul’da begeniyle içilen üç bes kahvehanesinden birindeydim. Veya en ragbet gören kahvehaneler siralamasinda, Türkiye’de ilk ona giren, çay koliklerin, Siraselvilerden asagi ugrak yerindeydim. Kapikuleden disari ne kadar kalacagimin belirsizligiyle ismarlasma turlarindaydim, canim memleketle.
Içimde yok edemedigim, yok sayamadigim bir bunaltiyla, ben ne ugruna burdayimi irdeliyordum aklimca. Hava da sikintili ve bunalimliydi. Yagsam mi yagmasam mi ikileminde mevsim kosullarina göre bogusuk ama ilik bir ögleden sonraydi. Masalar yavas yavas doluyordu. Ilk lokmalar için geç vakit olsa da grup grup kahvalti fasli devam ediyordu. Çogu müdavim okuduklari gazetelerin bas sayfasina gömülmüs, etrafla kontaklarini kesmislerdi. Çok tanidik simalar vardi içlerinde. Dizi film oyunculari, Yesilçamcilar, yönetmenler, sairler, yazarlar ve digerleri. Pek tanismislik yoktu ama insanin içini isitan, yürekten bir merhaba vardi, agizdan dökülmese de gözlerden süzülen. Bu bahçe sehrin ses kirliliginden uzakta, miriltilar diyariydi sanki.
Ilk firsatta solugu bu mekânda alan çaycilarin sayginliklari su götürmez gerçekti. Bu atmosfere adapte olanlarin yetkinliginin birkaç haftada tescillenecegi gerçegi gibi. Burada herkesin bir sevdasi, bir beklentisi ve bir bekledigi var gibiydi, yeterki siz, kendi basiniza hayallerinizi süslemeye devam edin dercesine.
O yilki kitap fuarindan seçtigim degisik ülke yazarlarini okuma amaçli roman önümdeydi. Sanki yasayacaklarima tercüman olacak nitelikte bir kitap. Yarisina kadar okuyup geldigim hikâye Trinidad’da geçen bir yazarlik macerasiydi. Sakin romanci iyi yazamamis izlenimi çikarilmasin bu sözlerimizden. Kanada’da yasayan bir Trinidadlinin yirmi yirmibes yillik bir ayriliktan sonra memleketine geri dönmesiydi asil mesele. Hemde bir politikacinin otobiyografisini yazmak üzere. Özel çagrili ve hükümet izniyle dönüyor ülkesine, tek sart o muhtesem politikaciyi kitaplastirmasi. Kitabin ortasina kadar yazar, politikaciyi ve memleketini sadece gözlemliyor ve gözlemlerini aktariyor okuyucusuna.
Kitabi okumayi yurt disinda tamamladim. Roman bittiginde yazar politikaci hakkinda özel tek bir satir yazmadan, onu ve memleketinin kötüye gidisini gözler önüne sermisti. Yazar politikacinin tüm herkese meydan okuyusunu, olaylari halledisini ve gördügü saygiyi önceden planlanmis ve programlanmis sahneler oldugunu anladiginda sasip kaliyor. Kendini realitenin ötesinde bir hayal cehenneminde buluyor. Onca ayrilik sonrasi sartli gelebildigi ülkesinde degisenin sadece yazilmis senaryolarin iyi oynanmasi oldugunu görüyor. Basroldeki politikacinin kendisine yeni bir senaryo yaratma zemini hazirlamaktan baska bir niyeti olmadigini anliyor üzülerek. Kitaplastirilacak otobiyografisi sayesinde halkinin gözünde azalan prestijini artirmayi hedefliyor ismarlamaci politikaci. Yazarin o saskinligi üzerine politikaci sözü aliyor;
“Düsüncelerinizde kayboluyorsunuz bay yazar. Çogunuzun derin düsünürler olarak ün yaptiginizi biliyorum. Ama sürekli sessiz duran insanlara da hiç güvenmem.”
Trinidad nere Türkiye nere. Hemen dünya atlasina bakip Trinidadin nerede olduguna o vakit baktim. Politika polenleri teneffüs etmis, siyasetin siyerinden nasiplenmis biri olarak yazilanlara hayran kaldim. Tarihe bu notu düsmeyi de O gün bir görev olarak üstlendim. Seçim, sayim diyerek memlekete her döndügümde o Trinidadli yazarin politikaciya verdigi yanit aklimdan hiç çikmadi. Hem yazarken hemde amatörce siyaset canavariyla cebellesirken, siyasetin S harfine o cümleyi ekledim. Hem ismarlama yazi yazmamak adina, hemde siyaset yaparken yüzümün kizarmamasi adina…
“Insanlara güvenmeyi ögrenmelisiniz bayim dedim ve politikacinin yüzüne süzülen kizginligi izledim.”