Uncategorized

Türkiye nin Ilk Yerli Lokomotifi: Karakurt

Büyük
Mogol imparatoru Cengiz Han gücünün, söhretinin ve saltanatinin
zirvesindeydi. Asya kitasinin büyük bir kismini egemenligi altina
almis, uçsuz bucaksiz topraklari ele geçirmis, yüzlerce yildir kimseye
yenilmemis olan büyük ülkeleri kendisine baglamis ve genis bir
imparatorluk kurmustur. Ve artik sira Bati’ya gelmistir. Ama bu öyle,
birdenbire olacak bir is degildi; temkinli davranmak, dogru hesaplari
yapmak, uygun zamani kollamak gerekirdi. Bu sebeple de batiya gidecek
öncü bir kesif birligini Anadolu’ya göndermeye karar verdi. Zihninin
içerisinde sinir tanimayan hakan, Dünya hakimiyeti için bütün
engellerin ötesine geçmeye, Avrupa’yi da titretmeye kararlidir. Ama
önünde bu kitanin giris kapisi Anadolu vardir. Ise önce oradan baslamak
lazimdir.

 

Yeryüzünün gördügü en kararli, en inatçi, en sogukkanli liderlerden biri olan Mogol kagani Cengiz,  ordularini
tasarlamakta oldugu Bati seferine çikarmadan önce, Hazar Denizi’nin öte
tarafina bir öncü birlik göndermeye karar verir. Bu topraklar hakkinda
gerekli istihbarat ve malumati toplayip geri dönecek olan bu kesif
kolunun basina da yetenekli, zeki, bilgili ve cesur komutanlarindan
birisi olan, bu is için uygun oldugunu düsündügü komutanlarindan, genç
sayilabilecek bir yastaki Karaçina’yi (*Karakurt; Kara: Siyah, Çina:
Kurt) geçirir. Çünkü Anadolu’nun, yakinda üzerine yürüyecek büyük Mogol
ordusundan, bu kesif esnasinda en ufak bir süphe duymamasi gerekiyordu;
isler sessizce halledilmeliydi, bunun içinde böylesi seçkin bir birlik
ve komutan görevlendirilmisti. Birkaç ay içinde de birlik harekete
geçti.

 

Komutan
Karaçina uzun bir yolculuktan sonra Hazar Denizi’nin diger yakasina
varir ve bir süre sonra da Anadolu’ya girer. Bir ticaret kervani
görüntüsü altinda aylarca bütün Anadolu’yu gezer, dolasirlar ve gerekli
arastirmalari yaparlar. Medeniyetlerin kök saldigi bu topraklarda büyük
bir hayranlik içinde dolasip, bilgi toplar ve durumu gözlemlerler. Bu
topraklarin ele geçirilmesi her açidan önemlidir. Askeri ve stratejik
açidan oldugu kadar, dogal hazineleri de daha çekici kilmaktadir bu
cografyayi. Bu yüzden biraz da rahat ve hayran uzatirlar kesif görevini…

 

Artik
geri dönüs zamani gelmistir ve yola koyulurlar. Haftalar boyu yol
alirlar. Bir aksamüzeri, kendilerini tanidiklari her hallerinden belli
olan ve gezgin kiligindaki iki Mogol askeri yanlarina yaklasip,
komutanla görüsmek için izin ister. Bir haber getirmislerdir komutana…

 

Cengiz
Han, saltanatin ve egemenligin görkemi içerisinde yeryüzünü
titretirken, ayni zamanda bu ihtisamin bedelini hem kendisi ödemekte
hem de çevresindekilere çok aci bir biçimde ödettirmektedir. Ele
geçirmeyi planladigi uzak Rum topraklarindaki bilginlerin, “Paranoya”
adini verdikleri bir illete muzdarip olmustur Asya hakimi imparator.
Çevresindeki herkesten kuskulanmakta ve tahtina göz dikenlerin yalnizca
uzak diyarlardaki düsmanlari degil ayni zamanda yani basindaki Han’lar
ve komutanlar olduguna dair büyük süphe ve korkular duymaktadir. Belki
sadece kismen hakli olma ihtimaline karsin bu korku tipki bir kartopu
gibi o kadar büyümüs ve abartili bir hal almistir ki bir çiga dönüsmüs,
önüne çikan herkesi devirmektedir. Kuskulandigi yakininda ve uzaginda
bulunan nüfuzlu herkesi; hanlari, beyleri, hatta akrabalarini ve bizzat
kendi atamis oldugu valileri, vezirlerini ve komutanlarini sorgusuz
sualsiz ve alakasiz bahanelerle idam ettiriyordu. Asya Imparatoru
korkulariyla bas edememektedir, çünkü o korkular yoldan çikmistir.
Etrafinda ne kadar nüfuzlu, etkili, güçlü han ve komutan varsa hepsini
bir bahane ile idam ettirmektedir Cengiz Han. Iste yakinda gerekçe
bulup idam ettirmeyi tasarladigi degerli pasalarindan birisi de, yakin
arkadasi Karaçina’ya iki tane güvenilir ulak ile haber yollamistir. Bu
haberi aldiginda, belki kendi kellesinin de çoktan kesilmis ve
mallarinin müsadere edilip halka yagmalatilmis olacagini, o yüzden
kendisini daima animsamasini isteyerek basladigi sözlerini; Karaçina’ya
geri dönmemesini ve canini kurtarmasini ögütleyerek bitirmektedir.
Iletmis oldugu bu haberi yaziya dökmemis, gönderdigi iki ulaga kelimesi
kelimesine ezberletmistir.  

 

Karaçina
ne yapacagini bilemez. Beyninden vurulmusa döner. Ya görevini
tamamlayarak geriye dönecek ve büyük bir olasilikla bir süre sonra da
bir bahane ile öldürülecek; ya da bu topraklarda kalip canini
kurtaracakti. Ama o takdirde verilen göreve ihanet etmis olacagi ve
arkasindan bir korkak olarak anilacagi düsüncesi aklina geliyor ve
ülkesine gitmesi gerektigine inaniyordu. Fakat açikça görülüyordu ki,
bu ayni zamanda aptalca bir davranis olacak ve göz göre göre, bile bile
ölüme gidecekti. Günlerce konakladiklari yerde büyük bir kararsizlik
içinde bocalayip durdu ne yapacagini bilemez bir vaziyette. Eger
dönmezse, geride kaybedecegi bir ailesi yoktu. O açidan rahatti. Ama
düsündükçe çikmaza giriyordu. Bir yanda arkadasinin vasiyeti ve dönerse
mutlaka kaybedecegi cani diger yanda ise arkasindan vurulacak olan
korkak damgasi ve yitirmekten korktugu onuru… Fakat ilk saskinligi
atlattiktan sonra gururu agir basar ve ileriye, Asya’ya dogru hareket
eder, Hazar kiyilarina yaklasir. Ama arkadasinin göndermis oldugu haber
zihninde yankilanmaktadir ve kararini degistirerek vazgeçip geri döner…
Bir süre at sürüp, bir hafta kadar yol aldiktan sonra yeniden,
ülkesinde arkasindan söylenecekleri düsünür ve yönünü tekrar ülkesine
çevirir. Kendisi canini düsünen bir cesaretsiz bir asker olarak yad
edilecektir eger geri dönmezse…  Böylece birkaç
gün ilerler. Ancak bu kez bir daha düsünür; gidip pisi pisine bir hiç
ugruna ölmek aptallik olacaktir. Yeniden geldigi yöne çevirir atini.
Askerleri saskindir. Kendisi ne yapacagini bilemez bir haldedir.
Böylece defalarca bir ileriye dogru gider bir geri dönerler…

 

Komutan
bir gece askerleriyle birlikte ve tipki onlar gibi artik kararsizliktan
yorgun ve bitap, gidip dönmekten baslari dönmüs ve zihin çalkantilari
içinde otururken, çadirin önünde iki isilti görür. Karanlikta parlayan
iki göz… Elini kilicinin kabzasina koyarak çadirin disina çikar.

 

Karsisinda
görkemli kapkara bir kurt durmaktadir. Tipki kendi adi gibi… Hayvanin
saldirgan bir hali yoktur, yine de temkini elden birakmayarak, eli
kilicinin kabzasinda, her an çekmeye hazir, yanina yaklasir. Hayvan
öylece beklemektedir. Yanina vardiginda kurt birkaç adim uzaklasir.
Yine yaklasir, kurt yine uzaklasir. Gecenin karanligina karisan
renginden dolayi, yanina yaklastigi halde bile güçlükle fark edebildigi
bu kurt biraz sonra ileriye dogru gidip tekrar geri dönerek sanki bir
seyler anlatmak istemeye baslar. Tipki kendisi gibi önce ilerideki
agaçlik alanin kiyisina varmakta sonra çadira dogru tekrar gelmektedir.
Evet, kendisini takip etmelerini istemektedir… Bunun üzerine
çadirlarini toplayip pesine düserler.

 

Komutan
askerlerine; kurdun pesinde gideceklerini, o kendilerini nereye
götürürse oraya varacaklarini, eger sonunda ölüm varsa onu da kabul
edeceklerini, durmak varsa da duracaklarini söyler. Günlerce, belki de
bir kaç hafta yol alirlar. En sonunda, konakladiklari bir yerde kurt üç
gün boyunca hareket etmez. Öylece bekler yani baslarinda… Sonra da bir
gece karanlikta yiter gider. Anlarlar ki, yerlesecekleri yer burasidir.

 

Bugün
Anadolu’da, Kars’in Sarikamis Ilçesine bagli bulunan bu yörede evlerini
yapar yurtlarini kurarlar. Yillarca buralarda yerlesip çogalan
Karakurt’lar, komsulari olan Türkmenleri örnek alarak onlar gibi yörük
obasi biçimde örgütlendiler. Yöredeki komsu köyler bu yeni kurulan köye
bir süre sonra Karakurt adini verirler, komutanin unvanindan dolayi.
Komutan ve askerleri bu yörede çevre köylerden evlenir çogalirlar.
Varsil obalar kurarlar. Bir de tas anit dikerler Karaçina adina…

 

Yüzyillar
geçer, artik Komutan Karaçina’ya hürmeten, soylari Karakurt olarak
anilmaktadir. Büyümüs, genislemis ve bir asiret halini almislardir; hem
de çevrede sözü geçen, kendilerine siginani koruyan, gözüpek, misafiri
eksek olmayan, yolda kalmisi doyuran, fukarayi kollayan bir asiret.  Baslarinda
ise Karaçina’nin soyundan gelen bir bey vardir. Bu bey, artik bu
dünyadaki zamani dolup, öte aleme göç edecegi vakit; asiretini iki
obaya ayirir ve baslarina da iki oglunu geçirir.

 

Aradan
yillar geçer ve sicak bir yaz günü çikan bir tartisma sonucu iki kardes
anlasmazliga düserler. Küçük kardes kizginlikla obasini toplar
hareketlenir. Biraz ilerler ve pisman olur ancak geri dönmeyi gururuna
yediremez. Yanindakilere, ilerideki tepeyi asacaklarini ve agabeyinin
dayanamayip kendisini çagiracagini söyler. Karsidaki tepeyi astiginda,
kardesinin pesine adam salarak kendisini çagirtacagini düsünmektedir.  O
esnada agabeyi de yaninda bulunan obanin ileri gelenlerine; kardesinin
karsi tepeyi asacagini ondan sonra da dayanamayip geri dönecegini,
kendisinden özür dileyecegini belirtir. Yola çikan küçük oba ilk tepeyi
astiginda her iki kardesin de beklentisi bosa çikar. Yola çikanlar geri
dönmez, biri çagirsin diye bekler, digeri dönsün diye… Bu kez ayni
yorumu bir sonraki tepe için yapar her iki kardes de. Ama yine tahmin
edildigi gibi olmaz. Bir sonraki, ondan sonraki derken küçük oba gözden
kaybolur gider ve bir süre sonra da yolunu sasirip, bazen bozkirin
içinde, bazen daglarin arasinda, bazen ormanlik alanlarda, yazgilarinin
pesinde sürüklenir yiter giderler.

 

Büyük
kardes ise bir süre sonra telasa kapilarak, kardesini ve obasini aramak
üzere kendi obasini ikiye ayirir. Kendisine tabi olan bu yörüklerin bir
kismini, o bölgeyi kollamak üzere bulunduklari yerde birakir ve
baslarina da güvenilir bir adamini birakir. Ardindan da geri dönecegini
söyleyip, adamlarinin diger kismini yanina alarak yola düser. Kardesini
günlerce, haftalarca, aylarca arar durur; daglar, irmaklar asar ama
bosuna… Sonunda o da yolunu yitirir adamlariyla birlikte ve yitirdigi
yurdunu bulabilmek adina büsbütün sasirir.  Daha
önce pespese geçtigi iki büyük irmagi bir daha bulamaz. Sonunda pes
eder ve bozkirin neredeyse çöle dönüstügü sicak bir iklimde kalakalir,
oraya yerlesir.

 

Küçük
kardes ve obasi bugün Sivas’in Sarkisla Ilçesi civarindaki daglik,
sulak ve yemyesil bir arazide dururlar. Iste bu kardesin soyundan gelen
ve asiretinin basinda bulunan Agca Bey adli bir kisi, Agcakisla
(günümüzde “Akçakisla”) köyünü kurmustur ve Karakurt soyunun bu kolunu
burada iskan etmistir. Ve buradan da çevre bölgelere dagilirlar azar
azar.

 

Daha
ileriye gidenler de olur elbet. Örnegin Kirsehir yöresinde Karakurt Ata
adli ermisin buldugu, ortaya çikmasina vesile oldugu Karakurt
Kaplicalari bugün de sifa dagitmaktadir insanlara… Tipki o suda sifa
bulan kurtlar gibi, bu sulara girmis ve üç gün üç gece kalmis ve tüm
dermansiz dertlerinden arinarak çikmistir bu eren. O bölgede
yöneticilik yapmis bulunan ve Karakurt soyundan gelen bir beyin oglunun
basindan geçen siradisi bir olayin yasandigi Kirsehir Merkez’e bagli
Karalar köyünde; bu efsanede adi geçen Karakurt Baba’nin Türbesi ve
Kaplicasi bulunmaktadir.

 

Büyük
kardes ve obasinin yaninda götürdügü kismi ise Sanliurfa yöresine
yerlesirler ve büyüyüp yine çevre bölgelere tasarlar. Kars civarinda
kalmis olanlar ise orada soylarini sürdürürler.

 

Akçakisla
yöresindeki Karakurt’lar yüzlerce yil yasarlar o topraklarda.
Zenginlikleri, yigitlikleri, gözükaraliklari dilden dile söylenir
bölgede. Agca Bey’in kurdugu Agcakisla köyüne yerlesen Karakurt’lar,
burada uzun bir süre bolluk ve refah içinde yasamislar ve çevre
köylerden evlilikler yapmislar, köylerine gelen diger soylarin,
sülalelerin yerlesmesine izin vermisler. Ancak bir süre sonra güçlerini
ve zenginliklerini yitirmeye baslamislar, nesilleri azalmis, soylari
sürmez olmus. Mallarini mülklerini yitirmisler… Tarlalari yesermez,
bugdaylari bitmez olmustur. Hayvanlari dogurmaz olur, ahirlarina kiran
girer; davarlari, sigirlari telef olur. Kendi soylari da sürmez,
nesilleri türemez… Kusaklar içinde Akçakisla’da kala kala sadece iki
tane Karakurt kalir. Kocasi ölmüs yasli, fukara bir ana ile onun zayif,
çelimsiz oglu. Onlar da fakirlikten neredeyse ölecek haldedirler. Fakir
diye kiz bile vermemisler bu kadinin ogluna.

 

Çocuk
biraz daha büyüyüp de yasi gelince askere alirlar. Askerde günler
günleri kovalamis, haftalar haftalara kavusmus; aylar bitmis, yil
geçmis…… Sonra bir haber gelir; yasli anasi ölmüs, sessiz sedasiz
defnedilmistir. Artik dünyada bir basina yapayalniz, kimsesiz
kalmistir. Üzülmüs, yanmis ama yapacak bir sey yokmus.

 

Askerliginin
son aylarina dogru, kislada büyük bir yangin çikar. O gece tesadüfen
evde degil de nöbette bulunan Yüzbasi’nin köskü yanmaktadir. Içeriden
ise kadin ve çocuk çigliklari gelmektedir. Gecenin karanliginda,
tepesinden gri dumanlari göge dogru püskürten ahsap kösk, çok genis bir
alani aydinlatarak ve etrafina yanina yaklasilmaz bir isi yayarak
yanmaktadir. Içeriye girmeye kimse cesaret edemez. Herkes içeride aci
çigliklara dönüsen ve birazdan kesilecegini düsündükleri, hatta bir an
önce acisiz bir biçimde tükenmesini diledikleri sesleri aciyarak
dinlemektedir. Hizla gelip atindan inen ve içeriye girmek isteyince
elbisesi tutusan Yüzbasi’yi da askerler söndürdükten sonra zor
zaptederler. Çünkü içeriye girmek ölüm demektir. Ve akli basinda hiçbir
insanin tesebbüs etmeyecegi bir seydir. O cehennem gibi sicagin ve
bogucu dumanin içindeyse Yüzbasi’nin karisi ve biri yeni yürüyen digeri
kundakta iki çocugu vardir. Üstelik çigliklar kesilmek yerine artmakta
ve daha acikli bir hal almaktadir.

Ama
o anda beklenmedik ve insanlari hayrete düsüren bir olay gerçeklesir.
Zayif ve çelimsiz bir asker, büyük bir sogukkanlilikla sanki ölümü
umursamadan, yasamayi hiçe sayarak bu kizil alevler saçan dev ocagin
içerisine dalar sakin ve kosar adimlarla.

 

Bir
süre sonra sesler duyulmaz olur. Artik yanan evin çatirtisindan baska
bir sey duyulmamaktadir. Komutan yere, dizleri üstüne çükmüs; bogazina
bir yumru dügümlenmis, hiçkiriklari disariya degil, gögsünün içine
dolmaktadir. Solugu bir kesilir, sonra tekrardan hiriltilarla nefes
alip vermeye baslar. Bir bogulur, bir ayilir… Dünya basina çökmüs, her
sey etrafinda firil firil dönmektedir.

 

Aradan
uzunca bir zaman geçip de ates artik en kizgin seviyesine yükseldigi
bir anda, artik tüm umutlar tükendiginde; alevlerin içinden bir adam
görünür. Bu az önce içeriye giren askerdir. Biri sirtinda digeri
kucaginda iki çocuk ve yaninda ise bir kadin vardir. Askerin elbiseleri
yer yer yanmis ve tutustugu için üst kismini bütünüyle çikarip atmis
olan asker; yüzü ve bütün bedeni dumandan, isten, zifiri kurumdan
kapkara bir vaziyette disariya çikar.

 

Gecenin
karanliginda ve artik simsiyah kesildigi için görünmeyen yüzünde,
gözleri tipki yüzyillar önce atasina yol gösteren kara kurdunki
parlamaktadir. Yüzbasi, karisina ve çocuklarina sarildiktan sonra
çevredeki herkes gibi büyük bir saskinlikla bu ince, uzun, çelimsiz
kurda bakar… Az önce içeriye fukara bir köylü çocugu olarak girip, kara
bir kurt olarak çikan, eli yüzü ve bedeni kapkara bu kimsesiz
delikanliya büyük bir minnetle bakar.

 

Sonra
elini omzuna koyup, bozulan sinirlerinin etkisiyle ve bedenini
bütünüyle gevseten duydugu o akil almaz rahatlama hissiyle elinde
olmadan hafifçe gülümseyerek;

 

“ – Kapkara bir kurda dönmüssün,” demis ve eklemis; “Bir kurt kadar da cesur ve gözü karaymissin.”

 

Sonra derin bir nefes alip, gözlerinden yaslar bosanarak konusmasini sürdürmüs;

 

“–
Dilerim ki Yüce Yaradan ne istegin varsa yerine getirsin, üzerinde ne
bela varsa hepsini defetsin. Üzerine hiçbir kötülük ilisemesin. Soyun
türesin, sürsün, çogalsin.  Soyundan gelen herkes
senin kadar cesur olsun, zor duruma düsene tipki böyle el uzatsin. Tüm
islerin rast gitsin, ayagin saglam bassin, malin mülkün çogalsin…
Soyundan gelenlerin gözü senin ve adin gibi kara, yürekleri ak olsun…
Allah’tan baska hiçbir seyden korkmasinlar. Bilegin bükülmesin, sirtin
yere gelmesin. Bastigin yer titresin, elini sürdügün toprak bereketli
olsun. Tirpanini salladigin ekin, bire dokuz versin… Sürülerin çogalip,
bulunduklari yere sigmasin… Allah seni ve soyunu dogru bildigi yoldan
sasirmasin! ”

 

Denir
ki; bu yalniz ve kimsesiz delikanlinin o duayla tüm isi rast gitmis ve
Karakurt soyundan gelenlerin gözükaraligi ve pervasizligi iste bu
dilekten dolayidir.

 

Köyüne
dönen Karakurt’un her isi rast gitmis; bir davar almissa dokuza
katlamis, bir sigir edinmisse 99 olmus, tarlalari çogalmis, ekinleri
bereketlenmis. Aldigi iki koyun birkaç yilda koca bir sürüye dönüsmüs,
aldigi sattigi mala bereket gelmis. Güzel ve iyi huylu bir kizla
evlenmis, çocuklari olmus, soyu sürmüs çogalmis. Büyük arazilere sahip
olmus. Soyundan gelenler namli ve cesur insanlar olmus. Daragacindan
adam indirmis, haydudun elinden kiz kurtarmis, belayim diyene bela
olmus, adil olanin ise yaninda durmuslar. Ilim tahsil edeni de, ilim
dagitani da korumus kollamislar.

 

Onlarin gözüpekligine ve atalarinin söylencelerine istinaden Anadolu’da üretilen ilk lokomotife “Karakurt” adi verilmis…

 

KARAKURT LOKOMOTIFI HAKKINDA DAHA AYRINTILI BILGI IÇIN:

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.